Irak konusunda yalan söyleme dersleri

-
Aa
+
a
a
a

Brian ENO

1986'da Rusya'ya ilk gidişimde, babası Brejnev'in özel doktoru olan bir müzisyenle arkadaş olmuştum. Bir gün Brejnev dönemindeki (durgunluk dönemi) hayat hakkında konuşurken, "tamamen propogandaya boğulmak garip birşey olmalı" dedim.

"Evet ama bir fark var. Biz bunun propaganda olduğunu biliyorduk" diye cevap verdi Sacha.

İşte fark burada. Rus propagandası o kadar aşikârdı ki, Rusların çoğu buna kulak asmayabiliyordu. Hükumetin çıkarlarına göre olayları çarpıttığına emin olduklarından,  hükumetten gelen haberlere şüpheyle yaklaşıyorlardı.

Batıda siyasal ve ideolojik çıkarlar için kamuoyu oluşturmak, gizli kapaklı ve ustaca yapıldığı için çok daha etkili oluyor. Biz bunun farkına varmıyoruz, veya böyle birşeyin olabileceği ihtimaline bile gülüp geçiyoruz. En büyük zaferi böyle kazanıyorlar. Demokratik sürecin işleyişine tanık oluyoruz: Sesimize kulak verildiğini ve 'özgür' olduğunu sandığımız medyada yer alan hararetli tartışmaları izliyor, hesabı sorulacağı için Hükumetin çok yanlış birşey yapmasının zor olduğuna inanıyoruz.

Olaylara biraz daha yakından bakıp, biz buraya nasıl geldik sorusunu sorabilmemiz için, Irak'ın işgali kadar çarpıcı bir şeyin olması gerekiyor. Nasıl oldu da, AIDS’in, küresel ısınmanın, devam eden 30'dan fazla savaşın, birçok yerde hüküm süren açlığın, gen mühendisliğinin, klonlamanın ve iki milyar fakir insanın olduğu bir dünyada, bir yıl boyunca Irak'tan ve Saddam Hüseyin'den başka bir şey konuşmadık? Bu o kadar mı büyük bir sorundu? Yoksa ustalıkla yönlendirilip, Irak'ın en önemli ve hemen çözülmesi gerekli bir sorun olduğuna mı inandırılmıştık? Ondan önceki birkaç ayda bu konudan hiç bahsedilmemesine ve geçen birkaç ay içinde değişen hiçbir şeyin olmamasına rağmen.

11 Eylül 2001 saldırılarının yarattığı şokun Amerika tarafından istismar edildiği şimdi açıkça görülüyor. Sheldon Rampton ve John Stauber yeni kitapları kitle imha silahlarında, olayların Irak'a saldırıyı meşru göstermek ve acil durum yaratmak için kullanıldığını söylüyorlar. Rampton ve Stauber uydurma haberlerin nasıl gerçekmiş gibi gösterildiğini sergiliyorlar. İki yazar aynı zamanda, aşırı sağcı görevliler, yeni muhafazakâr düşünce kuruluşları, çılgıncasına kavgacı medya yorumcuları ve onların ayrılmaz parçası, büyük paralar alan halkla ilişkiler şirketlerinden oluşan koalisyonun, sansasyonel bir entelektüel ahlaksızlık örneği yaratmak için nasıl omuz omuza çalıştıklarını kanıtlıyorlar. Bu bir modern propaganda çalışması.

Halkla ilişkiler başarısı

Onların kitabını okurken sosyal kontrola yönelik yeni Amerikan yaklaşımının, göründüğünden çok daha sofistike ve kapsamlı olduğunu anladım. Bu yaklaşıma yeni bir ad koymak gerekli. Bu artık sadece propaganda değil 'prop-ajanda'. Artık sadece ne düşündüğümüzü değil, neyi düşüneceğimizi de kontrol ediyorlar. Hükumetler icraatlarını bize kabul ettirmek istedikleri zaman, bunun gündemdeki herkesin konuştuğu tek konu olmasını sağlıyorlar. Konuyu kamuoyunun tartışmasına açmadan önce, saptırıcı ve önyargılı bir dil, dikkatle seçilmiş imajlarla birlikte su götürür bağlantılar, zayıf veya sahte istihbarat bilgileri ve işlerine gelen itirafları  sızdırarak ortamı hazırlıyorlar. (BBC ile Alastair Campbell arasındaki ağız dalaşı bunun bir örneği değil de ne?)

Ortam böylece hazırlandıktan sonra sizin 'demokratik süreci' kullanıp katılıyorum veya katılmıyorum demenizin hükumetler için bir sakıncası yok. Zaten amaç yeteri kadar manşet ve tartışma yaratıp meselenin gerçek ve acil olduğunu göstermek. Tartışma ne kadar heyecanlı olursa o kadar iyi. Heyecan gerçeği yaratır, gerçek de harekete geçmeyi gerektirir. 

Rampton ve Stauber bunun en iyi örneğini gözler önüne seriyorlar. 1991 Körfez Savaşı öncesi kamuoyu ve Kongre'nin desteğini sağlamak için yapılanları. Gereksiz yere tekrar tekrar verilen dehşet verici haberleri. Iraklıların kuvözleri Bağdat'a gönderebilmek için, Kuveyt hastanelerinde bebekleri kuvözlerden çıkarıp ölüme terketmelerini... Bize 312 bebek demişlerdi.

Haber 15 yaşındaki 'hemşire' Nayirah tarafından kamuoyuna sunulmuştu. Sonradan Nayirah'ın Kuveyt kraliyet ailesinden geldiğini ve Kuveyt'in ABD'deki büyükelçisinin kızı olduğunu öğrendik.  Nayirah halkla ilişkiler ajansı Hill ve Knowlton tarafından eğitilmiş ve rolüne çalıştırılmıştı. Ajans savaş ortamı yaratma çalışmaları karşılığında Amerikan hükumetinden 14 milyon dolar aldı. Hikayenin düzmece olduğu birkaç hafta içinde ortaya çıktı ama amaca ulaşılmış, Amerika'da akılcı tartışmaları bastıran duygusal bir ortam yaratılmıştı.

Şimdi görüyoruz ki son Körfez savaşında da benzer aldatmacalar var: Saddam, El Kaide ve 11 Eylül arasında düzmece bağlantılar, olmayan 'kullanılmaya hazır' silahlar, hiç başlamamış nükleer programlar. Rampton ve Stauber'in gösterdiği gibi, bu iddiların çoğuna, başta bu gazete olmak üzere, daha söylendikleri anda inanılmadı, ama tekrar tekrar dinledik.

Bütün bunlar olurken tetikçi halkla ilişkiler şirketleri, duygusal şartlanmayı yaratmakla meşguldüler. Pazarlama becerileri özellikle kampanyanın gerektirdiği dili yaratma konusunda işe yaradı. Bütün ideologlar gibi Bushgiller de kelimelerin gerçekleri yarattığını, yerinde kullanılan kelimelerin mantıklı tartışmaları bastırdığını farkettiler. Mimarları Amerikan hükümetinin çekirdek kadrosunda yer alan, alenen imparatorluk vizyonuyla hazırlanmış Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (Project for a New American Century) rehberliğinde dilin ustalıkla kullanılmasında, halkla ilişkiler şirketleri yardımcı oldular. Böylece içten içe kaynayan panik atmosferi yaratıldı ve Amerikan emperyalizmi sadece kabul edilebilir değil, aynı zamanda haklı, aşikar, kaçınılmaz ve hatta sevecenmiş gibi gösterildi.

Ardı arkası kesilmeyen 'kitle imha silahlarından' başka, 'rejim değişikliği'  (askeri işgal), 'önleyici savunma' (size saldırmayan bir ülkeye saldırmak), 'kritik bölgeler' (kontrol etmek istediğimiz ülkeler), 'şer ekseni' (saldırmak istediğimiz ülkeler), 'şok ve dehşet' (kitle halinde öldürmek) ve 'teröre karşı savaş' (ABD askeri gücünün heryerde kullanılmasına yarayan çok amaçlı bahane) vardı.

ABD'deki memurlara ve askeri personele işgal yerine 'özgürlük savaşı', Iraklı direnişçiler yerine 'ölüm mangaları' demeleri emredildi. Bu arada yalakalıkta kendini ispatlamış televizyon şebekeleri, Pentagon'un isteğine uygun olarak 'Irak'ı Kurtarma Operasyonundan' söz ederek, Irak'ın özgürlüğünün savaşın gerçek nedeni olduğu yanılgısını pekiştirdiler. İşgali sorgulayan herkes 'teröre karşı hoşgörülü' veya Birleşmiş Milletler'in durumunda olduğu gibi 'varlık nedeni tartışılır' olarak nitelendiriliyordu.

Küçükken eksantrik amcalarımdan biri bana yalan söylemesini öğretmeye karar vermişti. "Senin yalan söylemeni istediğim için değil" diye açıklama getirmişti, "sana yalan söylendiğinde farkedebilmen için." Ramton ve Stauber gibi yazarların da aynı etkiyi yaratmalarını, politik kurumlarımızı teslim alan kıvırtma ve gizleme kültürünün güçten düşmesine yardımcı olmalarını ümit ediyorum.

Çeviren: İnci Ötügen

Lessons in How to Lie About Iraq (17 Ağustos 2003)